Seninle Başlamadı – Mark Wolynn

Seninle başlamadı kitabı, genel itibarıyla tek bir konu üzerinden dolaylı bir anlatımla, örnek vakalarla, anlatılmak istenen şeyi somut ve soyut kavramlarla ifade etmiş yazar. Psikoloji öğrencilerinin veya psikoloji ile ilgilenenlerin ve özellikle klinisyenlerin kesinlikle okumasından yana olduğum bir kitap. Bu özeti kendi cümlelerimden ziyade kitaptan aldığım cümlelerle harmanlayarak, anlaşılır bir özet çıkarmaya çalıştım.

Seninle başlamadı kitap yorumu

     Kitabın ana fikri, başlıktan da anlaşılacağı üzere, yaşanılan bütün psikolojik rahatsızlıkların, kaygıların, travmaların sadece bizimle ilgili olmadığı; geçmişin, özellikle de ailenin büyük bir etkisi olduğu vurgulanmıştır.

     Örneğin ebeveynin travması çocuğun travması haline gelir ve çocuğun duygusal ve davranışsal problemleri ebeveynin durumunu aynalayabilir. Stresli bir rahim içi ortamı deneyimlemiş olan bir çocuk, benzer stresli bir durumda tepkisel hale gelebilir. Fakat bir travmanın tekrarlanması her zaman asıl olayın tam bir kopyası değildir. Örneğin birinin suç işlediği bir ailede daha sonraki bir nesilde doğan biri, hiç farketmeden o suçun bedelini ödeyebilir. Kuşaklar arası geçişin önemini Carl Jung şu sözleriyle vurgulamıştır:

Ebeveynlerim, büyükanne, büyükbabalarım ve daha uzak atalarım tarafından tamamlanmamış, cevaplanmamış halde bırakılan şeylerin ve soruların etkisi altında olduğuma kuvvetle inanıyorum. Sıklıkla, bir aileden ebeveynlerden çocuklara geçen kişisel olmayan bir karma var gibi görünür. Bana her zaman, önceki nesillerin yarım bıraktığı, tamamlamam veya belki de devam ettirmem gereken şeyler var gibi gelmiştir.”

     Bir çoğumuz aile geçmişimizden en azından bazı kalıntılar taşımaktayız. Ancak birçok soyut değer de denklemin içine girmekte ve köklü aile travmalarının nasıl saklandığını etkileyebilmektedir. Bu soyut değerler öz farkındalık, kendini yatıştırabilme becerisi ve kuvvetli bir içsel iyileşme deneyimine sahip olmayı kapsamaktadır. Doidge’un dediği gibi;

“Deneyimle oluşmuş yapay değişim, beyinde ve hatta genlerde derine nüfuz ederek onları da şekillendirir.”

İyi de olsa kötü de olsa anne-babalar kendilerine yapılan ebeveynliği aktarma eğilimindedirler. Aile geçmişimizden çözümlenmemiş travmalar sonraki nesillere yayılır ve sorgulamak hiç aklımıza gelmeyen şekillerde duygularımıza, tepkilerimize ve seçimlerimize karışır. Bu deneyimlerin bizden kaynaklandığını zannederiz. Genellikle görünmeyen gerçek kaynağı ile hangisi bizim hangisi değil ayırt edemeyebiliriz. Travma çok önce gerçekleştiği için genellikle bizim bilinçli farkındalığımızın ötesinde bir yerlerde saklı kalmış haldedir. Bir sorun olduğunu biliriz ancak ne olduğu ile ilgili kısmını anımsayamaz, tanımlayamayız. Kendimizde sorun olduğunu zannederiz, içimizde bir şeyin bozuk veya eksik olduğu kanısına varırız. Problemimizin asıl halini görmeden şikayetlerimiz sadece sürekli mutsuzluğumuzu devam ettirir. Bu durumu bilinçli bir şekilde değiştirmediğimiz sürece sorunlar nesiller boyu birbirine aktarılarak devam edecektir.

     Birçoğumuz ebeveynlerimizin acısını bilinçsizce üstleniriz. Muhtemelen düzelterek veya paylaşarak onların mutsuzluklarını dindirebileceğimizi düşünürüz. Eğer biz taşırsak onlar taşımak zorunda kalmayacaklar. Fakat bu hayali bir düşünce şekli ve daha fazla mutsuzluğun kaynağıdır. Ebeveynlerden biri ile birleştiğimizde bilinçsiz olarak, genellikle olumsuz olmakla beraber o ebeveynin hayat tecrübelerinin bir özelliğini paylaşırız. Belli durumları ve koşulları, bizi özgür bırakabilecek olan bağlantıları yapmadan, tekrar eder ve yaşarız. Çocuklar olarak anne-babalarımızın acılarıyla onlardan daha iyi baş edebileceğimizi düşünmek kibirli ve abartılı bir davranıştır. Bir çocuk ebeveynlerden birinin yükünü bilerek veya bilmeyerek üstlendiğinde kendisine verilecek deneyim fırsatlarını kaçırıyor ve yaşamının ileri zamanlarında ilişkilerinde başkalarından almak konusunda zorluklar yaşıyor. Bir ebeveyne bakmış olan bir çocuk genellikle hayatı boyunca aşırı gerilme modeli ve alıştığı üzere boğulmuş hissetme şablonu oluşturuyor. Ebeveynlerimizin yüklerini taşıma veya paylaşma girişimimizle, aile acısını devam ettirmiş oluruz ve bizim için ve bizden sonraki nesiller için mevcut olan yaşam gücnün akışını engelleriz.

    Ebeveynlerinin acısını paylaşan çocuklar bunu bilinçizce, farkında olmadan yaparlar. Ebeveynlerini kurtarmak gibi körü körüne bir hayalleri vardır. İçgüdüsel  olarak sadık olan çocuklar genellikle ebeveynlerinin acılarını tekrar ederler ve yaşadıkları talihsizlikleri yeniden yaşarlar. Hellinger’in sadakat bağı olarak belirttiği bu bağ, sonra gelen birkaç nesile taşınabilir ve aile mirasını mutsuzluk bağına çevirebilir. Acı bizi şaşkına çevirdiği zaman kendimize şu soruyu sormalıyız: Ben kimin duygularını yaşıyorum ?

Bu acıyı yaşadıktan sonra farkındalığı artan ve sorunun kendisinden kaynaklanmadığını anlayan, bir örnek olaydan aldığım A kişisinin ebeveynlerine şunları söylediği ve sonrasında kendi içsel huzuruna ve sorumluluklarına kavuştuğu örnek cümleleri vermek istiyorum:

“ Ben de sizin gibi dehşete düşmüştüm. Şimdi görüyorum ki bu dehşet bana ait bile değil. Benim bunu taşıyor olmamın size yardımcı olmadığını fark ettiim ve kesinlikle bana da yardım etmiyor. Benim için istediğinizin bu olmadığını biliyorum. Ve biliyorum ki beni böyle endişeli görmek size de yük oluyor. Onun yerine bu endişeli duyguları size bırakacağım.” Bunları dedikten sonra onları gülümserken ve mutlu olması için ona dua ettiklerini hayal ederken göz kenarlarında gözyaşları birikmiş bu sevgili düşünceli A kişimizin. Bir başka örnek cümlemizde ise şu ifadeler yer almaktadır: “…Şu an herkesi mutlu etmeliymişim gibi hissediyorum ve bu da yakınlık kurma hissini boğucu hale getiriyor. Anne, bundan sonra senin duyguların orada ve benim duygularım da burada, benimle birlikte. Bu sınırların içerisinde kendi duygularımı onurlandıracağım, böylece bir başkasıyla bağ kurmaya başladığımda kendimi kaybetmek zorunda kalmayacağım.”

Ailevi acıları konuşmamak çok nadir olarak onları iyileştirmek için etkili bir stratejidir. Acı, başka bir zamanda, genellikle sonraki nesillerin korkularında ve anormalliklerinde kendini göstererek tekrar su üstüne çıkar.

SON SÖZ

“Eğer avucunuzun içine derinlemesine bakarsanız, orada ebeveynlerinizi ve atalarınızın tüm nesillerini göreceksiniz. Onların hepsi şu an yaşıyor. Her biri, bedeninizde mevcuttur. Siz bu insanların her birinin devamısınız.”

-Thich Nhat Hanh, A Lifetime of Peace

Meral Kılıç

Meral Psikopatoloji Bilimi sitesinin yazarı ve genel editörüdür. Ona Sigmund Freud'mu haklı yoksa Carl Gustav Jung'mı şeklinde sorduğumuzda ''Jung'da harika bir insan, ancak Freud kesinlikle haklıdır'' diyor. Tüm bu psikoloji macerası arasında kendisi 24 yaşında ve İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun oldu. Şu an alan içi yüksek lisansını yapmakla meşgul. Hayat telaşı içinde bir yandan Psikopatoloji Biliminde yazılar yazan Meral, kişisel hayatında kitap okumaktan, sahil kenarında yapılan yürüyüşlerden ve değer verdiği birkaç arkadaşıyla vakit geçirmekten haz alıyor. Bunun harici Meral'e ulaşmak isterseniz Merall_klc kullanıcı adına sahip instagram hesabı üzerinden iletişim kurabilirsiniz.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir